31.10.11

parmaklarıma kokun sindi
dümdüz aşağı inen karnıma ise ellerin
saçlarıma o geniş ağzın
aklıma ise uyurken suratına bıraktığın geniş gülümsemen.
seni seviyorum demek için beklemem,
gözümün geceyarısında bitecek bu peri masalına takılı olmasından
tüm bunları ve şu koltuk üzerine dağılmış tütünleri saymazsak
seninle huzurluyum.

25.10.11

işte burası, beni sevdiğin en güzel yer.
bu yollar ve dahası, söylemediklerim.
yanına gelmiyorsam sevgilim,
senin ellerindeki sayılardan
ve ayaklarına yapışmış saçlardan
yoksa köprüler ve tepeler aşılmayacak değil.

24.10.11

bugün şu mavi hat boyunca yürüdük.
senin ilişkilerini acımasızca unuttuğunu itiraf ettiğin,
benim zarar görme korkularımı açtığım,
senin bana antimadde tezini anlattığın,
benim fotoğrafını çektiğim,
senin özür dilediğin,
benim gülümsediğim,
senin yüzüme daldığın,
benim üşüdüğüm,
senin parmağımı ısırdığın,
benim taklidini yaptığım,
senin ellerime dikkat ettiğin,
benim freudiyen sırrımı verdiğim,
senin elimi tuttuğun,
benim kalbimin çıktığı,
tüm noktaları hatırlıyorum bu mavi hat üzerinde.

23.10.11

kendime çeşitli işkenceler yapıyordum.
bir arabanın önüne atlıyordum.
bir uçurumdan kayıyordum.
birden kendimi bir bataklığa atıyor ve bir yılan balığıyla beraber yüzüyordum.
sonra boğuluyordum ve yüzüm porselen kadar beyaz ama her yanım bataklık çamuruna bulanmış halde yüzüyordu bedenim suda.
hastaneye kaldırıldığımda doktorlar vücudumdaki çürükleri ve kırıkları inceliyorlardı.
onlara bataklığı anlattığımda bunu anlamıyorlardı.
neden diyorlardı, neden attın kendini.
bataklıkta yüzüm olabildiğine solgun ve her yanım çamura bulanmış bir halde yüzerken,
o görüntünün ne kadar tanrısal olduğunu göremiyorlardı.

ama siz görebiliyor musunuz?

20.10.11

beni benimle bıraktığında toprağı eşeliyorum
koca bir kök çıkıyor
merakımla suluyorum
dalları budakları, her biri başka insan, büyüyor.
uzanıp meyvesinin tadına bakıyorum:
kekremsi.
tüm dalları kırıp, ateşe vermek istiyorum
ama ne ağacı ateşe verebilecek gücüm var,
ne de bir adım geriye gidebilecek haldeyim
ben o ağaca tam da gövdesinden bağlanmışım
sen aklımı tam da gövdemden bağlamışsın.

beni benimle bıraktığında toprağı eşeliyorum
geçmişin çıkıyor.

yoksa elbette,
ben ağaçları seviyorum.

16.10.11

seni sevmeye yeltenirken sık sık kendime tekrarladığım söz şu: you're not a chance. you're a person.
panikliyorum ve gideceğin günü tahayyül ediyorum çünkü hiçbir şey başlamadan evvel mutsuz olmak gibi bir huyum vardır.
gideceksin bir gün.
sevmeyeceksin.
yalanlar başlayacak.
a dur!
belki ben giderim?
bilinmez ki bu.

m. ile her şey bittiğinde anlamıştım: insanları zorla elinden tutup sizi sevmesi için zorlayamazsınız.
sizi sevmedikleri için suçlayamazsınız.
hatta gittikleri için de suçlanmaz kimse. çok saçma! yarın ölebiliriz bile. gitmek niye bu kadar büyütülsün?
sadece, giderken haber versin yeter.
akşama yemeğe gideriz diye sözleşmişken, bir öğlen vakti aylarca yemek yemene engel olacak kadar şiddetli bir yumruk atıp kalbine, pardon karnına, bırakıp gitmesin.
desin ki ben gidiyorum.
tamam derim.
sonra ellerimi dökerim yine rüzgara.
alıp taşır beni bir sonraki durağa.

10.10.11

it just happened.

hiç beklemediğim bir anda karşıma çıktığın için,
arkadaşlarınla biraradayken sanki onları yıllardır tanıyor gibi hissedebildiğim için,
kolların bana freudiyen derecede tanıdık geldiği için,
güldüğünde beni geniş bir salona aldığın için,
bilmediğim milyonlarca terimi saklayan beyninin kıvrımları için,
uyandığımda senin güzel dileğini görebildiğim için,
düşerken beni tuttuğun için,
ilişkiler konusunda farkında olmadan söylediğin o güzel cümle için,
o akşam kadıköy'e kadar geldiğin için,
uyumadan evvel okuduğun kitabın önsözünü paylaşmak için beni aradığın için,

en çok da
i didn't see it coming, make me dance, i want to surrender diyebildiğim için
sana aşık oluyorum.

7.10.11

dear deer.



kulağım acayip ağrıyor.
((bugün deldirdiğim kıkırdağıma piercing taktırmak için kadife'ye gittim. sonrasında ise yetişmem gereken bir histoloji labı vardı. yürüdüm yürüdüm yürüdüm. derin bir nefes almak istedim ama tam şurama tıkandı.))
anladım ki:
ben seninle yapamıyorum.
ben seni sevemiyorum.
bir şeyleri yok ettin. ezdin. parçaladın. ısırdın ve kopardın. vahşice.
sonra da sordun "neden eskisi gibi değilsin" diye. sakince.
ben artık sana bir şeyler anlatmak bile istemiyorum. senden kaçıyorum. senin durmadan benimle vakit geçirmeye çalışman bana komik geliyor.
beni kaybetme paniğiyle saldırıyorsun birden. oysa başta ne yapmıştın hatırla: yok et. ez. parçala. ısır. kopar.
ne farkı kalıyor?
bir dur, bir düşün.
beni sevip sevmediğini.
ki beni sevmek zorunda da değilsin. biraz içini dinlesen duyacaksın zaten senin de benimleyken yapamadığını.
bunu itiraf edemiyorsun sadece.
sadece alışkanlık sendeki. yalnız kalamıyorsun.
beni bırakmıyorsun da bağlıyorsun.
boynuzları iç içe geçmiş iki geyik gibiyiz.
ve benim kulağım çok ağrıyor.
insan durup da şey demek istiyor: ben seni anlıyorum.
sonra bunu söylerken akan gözyaşlarını silmek istiyor. kafasını sağa çevirdiği an annesini bulmak istiyor. “ben sana güveniyorum. sen her şeyi yaparsın” diyen annesine sarılmak istiyor. ama bunların hiçbiri yok tabi ki. ben giderim, sevgili ev arkadaşıma ağlarım. ama o bir insan değil, beni anlamaz. o bir hayvan. bana sadece bakar. ben de giderim wild beasts açarım o zaman.
hiçbir şey yapamayacakmışım, dağılan aklımı toparlayamayacakmışım, ellerimi bir daha koruyamayacakmışım. ben herkesten geride kalacakmışım. hep aynı döngüyü tekrar tekrar okuyacakmışım. aynı kitapta aynı sayfaları ezberlicekmişim. bir adım ilerleyemicekmişim gibi geliyor.
belki de
bir ölürüm ki adeta hakikaten olurum.