29.11.11

yol




ne kadar üzgün zamanlarım vardı. sanki gittiğim her yolculuktan evvel arkamdan dökülen sularla beraber tüm o üzüntüler, aylar, yıllar, evler, yastıklar silindi. gördüğüm her yeni şehirde, bir sokak daha kattım kendime. bu yüzdendir işte şehirlerin haritalarını biriktirmem. ve yolları asla unutmamamdan bilmem bahsetmeme gerek var mı. dinlediğim en güzel şarkılar temmuzun son gününe, gördüğüm en güzel gün batımı istanbulun denizine düşmüş. ne kadar çok üzüldüm! bazen üzülerek öleceğimi düşünürdüm. belki gelecekte hala üzgün olacağım ama en azından şu anda mutluyum. hayatımın en mutlu senesiydin 2011. yavaş yavaş sonuna geliyoruz ve ben seni çok özleyeceğim. 2012 asla senin kadar eğlenceli geçemez, biliyorum, bir insan, yılda 2 defa paris’te nefes alır mı? durup amsterdam’da nefessiz kalır mı? barcelona güneşinde gülüşünü parlatır mı? hiç durduk yerden, hayatına güzel bir insan buyur eder mi? aldım, kaldım, parlattım, ettim. daha çok görmem, gezmem ve öğrenmem lazım. bana en güzel gülümsemesiyle vuran hafızama, kendi başına kalma fırsatı tanımaksızın, adımlarıma takılan rüzgara bakmaksızın, yollara dökülmem lazım. çünkü yol sana kendini verir.

24.11.11

hayatımda ilk defa rüyalarımdan hafif uyanıyorum.
çünkü artık uyandığımda, bir dakika süresince falan adımı-soyadımı-hayatımı hatırlamam gerekiyor.
tanıdık bir koku, gülümseme, isim, ses, ışık altında uyanmıyorum.
yastıkların ve çarşafların da üzerinde bir bulutum.




hatırladıklarım: sarı, güneş, kirpik, kapalı gün, gülümseme, gri iç çamaşırı, ellerim, gözümü kırpamadığım bir gece, "tanrım burada ne işim var?!" düşüncesi, çarşafın güzel rengi, gözlerimin garip sevgisi, ellerinin garip yumuşaklığı.

19.11.11

27- rüyalar, anılar kadar önemlidir. tabiri caizdir.

onu sevmiyorum. ondan nefret ediyorum. ellerinden, kaba etlerinden, biçimsiz bıyıklarından. ama yine de rüyamda, hala temiz bir şeyler görebilmek beni üzdü. onun üzeri çamur dolu. onu sevemem. sevmiyorum da zaten. işin kötü yanı bu: özlemek.
mesela üzülüyorum, sevdiğim insan gittiğinde, gitmek zorunda kaldığında, ben rüyalarımdan nasıl sağ çıkacağım? kötü bir insanı rüyanda özlesen bile uyandığında "bunu-şunu-onları sevmiyordum" dersin ve biter. ama her şeyiyle sevdiğin, HER ŞEYİYLE benimsediğin birisini özlemek çok yorucu değil mi?
öyle olmalı.
bazen senin yanındayken bile seni özlüyorum.
bazen senin yanındayken bile seni unutuyorum.
olayların kronolojik sırasını karıştırmalarım, okumadan önce yazmayı öğrenmem gibi.

14.11.11

kırmızı masa.

başlangıçta sadece ikisi vardı. sonra bir arttı, topladığımda dört ediyordu. bir dikdörtgenin uzun kenarlarını ikişer ikişer dolduracak, kısa kenarlarına salata tabaklarını yığacak kadar.
arada başka sandalyeler de çekildi yanıbaşa. bazıları çok garip konuşuyorlardı, bazılarının ellerinde silinmeyen bir et kokusu, kimisinin ağzından temizlikler akarken, kimisi kirini gözlerinden bulaştırırdı. baktığı yere yara açardı.

sonra masa değişti. masada üç kişi vardı. ortalarında kalakalmıştım. her işim bitmiş ama çıkamıyordum. çünkü iki yanım da yavaş insanlarla doluydu.

sonra masa değişti. tek başımaydım. 1. dünya savaşı 1914 ile 1918 arasında gerçekleşmiştir. bunu asla unutamam. bir de 15 katlı bir apartmanın damında baş başa kaldığım erkek çocuğunu.
masa, defalarca değişti. ama o uzun kenarlarına dördümüzün oturduğu dikdörtgen masa hala aynıydı. masa akıp gidiyor, ben sadece olan biteni izliyor, dönüp dolaşıp o masaya oturuyordum.

önümde kırmızı bir masa var. yanındaki siyah olmalı. üzeri küller dolu. bir koltuktayım. sağımdaki üçü beni bekliyor. benim yarınımda varlar, biliyorum, çünkü masada konuşulan tek şey buydu yıllardır. solumdaki üçü beni bekliyor. benim yarınımda yoklar, biliyorum. hatta birkaç ay sonramda bile görünmüyorlar, bu eve bir daha gelecek miyim, o bile müphem. ama ben bu evi biliyorum. tek başıma bile avcumun içi gibi bulabiliyorum.

burada durmam lazım. kırmızı masayı hatırlıyorum. külleri hatırlıyorum.
ama solumdaki üç insanı tanımıyorum.
sağımdaki üç insanı içimden çıkaramıyorum.
doğru masa bu değil mi?
kırmızı olan. emin olamıyorum. ama solumdaki üç insana çaktıramam. sağımdaki üç insan ise çoktan gitti. ileride bir yerlerde, belki ocak ayında, yeniden buluşmak üzere. ellerinde peçeteler, ellerinde elleriyle, ellerinde güçleriyle, ellerinde sözleriyle.. diyecekler ki "biz buradayız."
hala emin olamıyorum. şu an yirmiüçüncü dakikaya girdim bu emanetsizlik haliyle. ama kendimi inandırmaya çalışıyorum. o an diyorum ki "sen bu üç insanı tanıyorsun aslında ya. baksana. biliyorsun baya baya şu adamı."
neyi biliyorum ben allah aşkına?
masanın ayakları sağlam
peki tamam da:
ayaklarıma dolanan başım mıydı,
rüzgar mı.

2.11.11

1 haftadır hayatım o kadar garip
aldığım kararlar o kadar şaşırtıcı ki
seni aldım, hayatımın tam ortasına "pat!" diye bıraktım
beni aldın, ellerimi-gözlerimi-ayak parmaklarımı tuttun
o kadar beyaz ve iyisin ki
sana baktığımda seni görememek beni üzüyor
bir kırılma noktası, bir defect, bir ayıp, bir kusur olmalı diyor aklım
ama hiçbir şey yok
her şeyin iyi
her dokunuşun şefkatli
her seslenişin sevecen
böyle bakınca aşık olmamam için hiçbir engel yok
ama o kadar doğrusun ki
insani hatalarını kestiremiyorum
ben senden gelecek zararlara karşı gözümü kapatmadıkça
sana aşık olamıyorum.
yoksa,
yanında inanılmaz huzurluyum
benim en yumuşak yastığım senin kolların
benim en güzel günaydınım senin gülüşün
peki ama sen kimsin ve nereden geldin?