29.9.11

gece, müzik festivalinden ölmüş ve ıslanmış halde çıkıp, çağdaş'ın arkadaşı müge'nin evine gidecektim. indiğim metro durağında tedirginlikle beklerken, çağdaş pijamasıyla çıkageldi. hava soğuktu, başımdan aşağı 1 litre su boşaltılmıştı. evin kapısından girdik ve upuzun bir koridor. meraba müge. müge biraz garip olabilir. aman neyse. ne tatlı kedisi varmış, meraba kedi. dur ben bir üzerimi değiştireyim. mutfakta çaylar koyuldu. kedi kuyruğu dolandı sandalyelere. karşımda oturan iki parisli insan, paris koşuşturmacalarını anlatırken, gözlerimi kocaman açarak dinledim. onlar, kendi bildikleri sokak adlarını ve metro istasyonlarını konuşadururken, bir anda o an'ın dışına çıkıp, bize bakıyorum. tam dışarıdan. mutfakta 3 insan. kendimi bir an ankara'da hissediyorum. sanki cebeci'deki o evdeyiz. kahvaltı masasında ben, erdost, enise, mert ve tankut oturuyoruz. enise krep yapmış, onu ilk defa ev işi yaparken görüyorum. genellikle bilimsel deneylerin insanıdır. mert, bursa'daki ailesini anlatıyor. her şey o kadar doğal ki. hiçbirimiz bir kolejden mezun değiliz. özel üniversitelerde okumamışız. her şey o kadar saf ki. hepimiz lisedeki ilk aşklarımızla evleneceğimizi düşünmüşüz. her şey o kadar tanıdık ki. hepimiz doktor olmaya çalışıyoruz. gecenin bir vakti paris'teki o mutfakla, sabahın bir vakti ankara'daki o salon iç içe geçti. halbuki olacak gibi değildi. birisi aynı saat dilimini kullandığım 5 saat uzaklığındaki ankara, öteki pek çok insanın aşık olduğu paris. o an anladım ki her şey farklı/uzak/yabancı olsa da huzur tanıdık kalıyormuş. yanındaki insanlarda ve elindeki çay bardağındaymış huzur.

No comments:

Post a Comment