31.7.12

rüyalar, anılar kadar önemlidir. tabiri caizdir.



bazen uykularım o kadar derin oluyor ki kendimi ve hayatımı unutarak uyanıyorum.
bembeyaz bir zihin. korkutacak kadar uzak.
uyanıyorum ve "seni özledim" diyorum, gülüyorsun.
komik değil bu, seni özledim, adeta patricia franchini karakterinin söylediği gibi "uyku hüzünlü bir şeydir: insan mecburen ayrılıyor. birlikte uyumak deniyor ama doğru değil"
doğru değil.
uyku her zaman huzur vermiyor. gözyaşlarıyla uyanıyorum. uyanmaya hasret olarak.
- noldu?
- rüyamda bana çok kötü bir şey yapıyordun.
- yemeğe fazla mı tuz koymuştum?
daha da çok ağlıyorum. senin "kötü bir şey" olarak değerlendirdiğin şey o kadar masum ki rüyamda sana o "kötü şey"i yaptıran bilinçaltıma kızıyorum. kendime kızıyor, hala sana güvenmememe kızıyorum. senin yanında uyurken bile sana ihanet edebilmeme kızıyorum. içime kapanıyorum.
yine de sarılıyorsun.
gözlerimi aralıyorum, kapıda bir kadın, kadının kim olduğunu anlamıyorum ama daha da önemlisi kapı bana yabancı. burası neresi, hangi oda, hangi şehirde, hangi evdeyim? bir şey diyor bana ama anlamıyorum. inatla "hı?" diyorum. hangi dilde konuşuyor, onu anlamalıyım önce. almanca, ingilizce, türkçe? bana endişeyle bakıyor gözleri. annemin "kızım uyan" seslenişini anlamayıp, tanımayacak kadar yabancılaşmışım hayata. bazen de böyle uyanıyorum işte.
sıcak istanbul sabahı ve apartmandaki çocukların gürültüsü. gözümü açıyorum. gözlerin kapalı. bunu zaten tahmin etmiştim. gözüm kapalıyken bile nefes alışverişlerinden tahmin edebiliyorum artık uyanık olup olmadığını. rüyalarına ulaşamıyorum ama hala. belki de en iyisi. sen benimkilere emin ol dokunmak istemezsin.
ben ve arkadaşlarım, sevmediğim polislerce götürülüyoruz. o kadar korkunç işkencelere ve şiddete maruz kalıyoruz ki yine çığlık çığlığa ve dehşet içinde uyanıyorum.
aynı gün gezdiğim bir galeride anti-nazi işler yapmış doğu almanyalı genç sanatçıların video'ları veya sanat eserleriyle tüylerim diken diken oluyor. beni en çok boynundan tavana asılmış, kocaman gelinlik giymiş manken etkiliyor. karanlık odada gösterilen siyah beyaz video'yu sonlandıramıyorum bile.
bir ileri bir geri gidip, volta attığım hastane önündeki yirmibirinci dakikama giriyorum. sol elimle sıktığım telefonum, sağ elimle vurduğum kafam. ayaklarıma bakıyorum. insanlara bakamıyorum. ağlamak ve ağlamak istiyorum. yavrusunu kaybetmiş bir hayvan kadar, vahşi. neden gelmiyorsun? neden geliyorsun? dünyanın sonunda ikamet eden bu lanet olası yerde, manage edememiştik işte kavuşmayı. sen kaybolmuştun, ben ölüyordum. ve bunların hepsi benim suçumdu. dağın suçuydu.
yahudi soykırım anıtı'nın orta yerindeyim. sana dokunamıyorum, uzansam dokunurum ama dokunsam yanacakmışım kadar kızgın ve gergin duruyorsun. sen en sevdiğim filsin ama sana ağırlık olmaktan nefret ediyorum. neden bugünü zevkle geçiremiyoruz? önce yolculuk öncesi gerginlik, sonrası zaten bildiğin sokaklarda attığın bilmemkaç milyonuncu adım. yapma bunu, dur nolur, yapma. önümde yürüyorsun, o yer yer boyumuzu aşan anıtların arasında yürüyoruz. birden başka bir yöne dönüyorum. senin peşinden gitmekten bıktım. elimi tutup, bir çocuk gibi beni gezdirmenden, sana yük olmaktan bıktım. her yerde boyumu aşan ve gökyüzüne doğru yükselen o gri duvarlar. gidiyorum, bir noktada duruyor ve yere oturuyorum. ağlamak ve ağlamak istiyorum. orada yok olmak, bir anlığına, bunu istiyorum.
beni buluyorsun.

tüm o korkunç rüyalara, uzaklıklara ve araya giren dağlara inat, beni buluyorsun.
iyi ki elimi tutuyorsun.

30.7.12


içimdeki yoğunluğu bir yana, tenimi de öyle bir sarıyordu ki, şehrin dokusu bana ulaşamıyor. onunlayken hangi şehirde olduğumun anlamı yok. çünkü onunlayım, şehirle değil. ki bu hiç sağlıklı değil.

10.7.12


ulaşılamıyorsun bir türlü
amansız, acımasız özleniyorsun
gittikçe daha keskin oluyorsun, daha yoğun 
dayanılmaz bir şey oluyorsun, biliyorsun.

tribute to edipcansever.

4.7.12


seni ve bizi düşündüğümde tek hissettiğim şey: yoğunluk.
zamanla belki başka kelimeler de bulabilecektim bu sevgimi tanımlayabilmek için. ama şimdilik yoğun, içime sığmıyor, aklımı başımdan alıyor, şaşırtıyor, gülümsetiyor, utandırıyor, uzanmak istiyor, dokunmak istiyor, öpüyor, sarılıyor ve günleri sayıyor.
bir insan bu kadar sevebilir miydi?
susuyor ve tanımadığım sokakları olan bu kente bakıyordum. birkaç haftaya bu güzel sokaklara sen de katılacaktın. adımlarımı çoğaltacak adımlarını, ellerime dolanacak ellerini, yanında uyanacağım sabahı sabırsızlıkla bekliyordum.

1.7.12

day 1 in leipzig.

ev arkadaşlarımın sanatçı çıkması herhalde şansımın göstergesi.
anna, performing arts üzerine tezini tamamlamaya çalışıyor.
sevgilisi manuel ise animasyon eğitimi alıyor.
benden önceki ev arkadaşları olan fransız alice de illüstrasyon okuyormuş. birkaç gün daha burada kalıyor.
bendeniz ise tıp öğrencisi, neuroscience gönüllüsü ve depresif kız oluyorum evde.

dün şehir merkezine varana dek anlayamadım staja geldiğimi.
şehir merkezinde, yurtdışında ilk defa tek başıma, ilk kez gördüğüm bir şehirde ve bilmediğim dilde konuşan insanlar arasında 30 kiloluk valizlerimi taşımaya çalışırken bir anda durup: ya ben napıyorum burda, dedim.
güç bela evin olduğu südvorstadt bölgesinden geçen tramvayı bulup, nihayet eve geldiğimde, çok sevimli ve kafaları rahat ev arkadaşlarım olduğunu gördüm.

dün gece 2 saatlik uykuyla şehre adım attığım için akşam kitap okurken bir anda uyuyakalmışım. tekrar hayata döndüğümde saat 11.30 olmuştu. 2 saat falan anna ve manuel ile sohbet ettim.
bugün ise uyandığımda 11.30'tu. [hayvansın rıza] şehri turlamaya çıktım. duvarlarında inanılmaz güzel grafitiler var bu şehrin. yarın sabah göte gelmeyeyim diye elimde haritamla max planck'a doğru yola çıktım. evden 15-20 dakika uzaklıkta. binanın önünde durup sinsice inceledim -.- sonra da sokakta kimsenin olmadığından emin olduğum bir an "seni yenicem max planck!" diye bağırıp kaçtım.

bugünle alakalı görme açımı güzelleştiren şu değerimizden bahsetmek istiyorum: alman erkekleri.
özellikle de bisiklet sürdükleri anlarda. bilekleri ve omuzları göründüğünde. ama çok soğuklar. yani şu koca günde bir defa laf yedim sokakta, o da yanımdan geçen arabadan geldi. ve cool alman erkeğinin doğasını bildiğim için TÜRKSÜN Dİ Mİ diye bağırmamak için zor tuttum kendimi.



şimdi yarından evvel okumam gereken tezleri okuyup, yarın max planck'a beyinli bi insan olarak gitme arzusu içindeyim. fingers crossed for tomorrow.