bazen uykularım o
kadar derin oluyor ki kendimi ve hayatımı unutarak uyanıyorum.
bembeyaz bir zihin.
korkutacak kadar uzak.
uyanıyorum ve
"seni özledim" diyorum, gülüyorsun.
komik değil bu, seni
özledim, adeta patricia franchini karakterinin söylediği gibi "uyku
hüzünlü bir şeydir: insan mecburen ayrılıyor. birlikte uyumak deniyor ama doğru
değil"
doğru değil.
uyku her zaman huzur
vermiyor. gözyaşlarıyla uyanıyorum. uyanmaya hasret olarak.
- noldu?
- rüyamda bana çok
kötü bir şey yapıyordun.
- yemeğe fazla mı tuz
koymuştum?
daha da çok
ağlıyorum. senin "kötü bir şey" olarak değerlendirdiğin şey o kadar
masum ki rüyamda sana o "kötü şey"i yaptıran bilinçaltıma kızıyorum.
kendime kızıyor, hala sana güvenmememe kızıyorum. senin yanında uyurken bile
sana ihanet edebilmeme kızıyorum. içime kapanıyorum.
yine de sarılıyorsun.
gözlerimi aralıyorum,
kapıda bir kadın, kadının kim olduğunu anlamıyorum ama daha da önemlisi kapı
bana yabancı. burası neresi, hangi oda, hangi şehirde, hangi evdeyim? bir şey
diyor bana ama anlamıyorum. inatla "hı?" diyorum. hangi dilde
konuşuyor, onu anlamalıyım önce. almanca, ingilizce, türkçe? bana endişeyle
bakıyor gözleri. annemin "kızım uyan" seslenişini anlamayıp,
tanımayacak kadar yabancılaşmışım hayata. bazen de böyle uyanıyorum işte.
sıcak istanbul sabahı
ve apartmandaki çocukların gürültüsü. gözümü açıyorum. gözlerin kapalı. bunu
zaten tahmin etmiştim. gözüm kapalıyken bile nefes alışverişlerinden tahmin
edebiliyorum artık uyanık olup olmadığını. rüyalarına ulaşamıyorum ama hala.
belki de en iyisi. sen benimkilere emin ol dokunmak istemezsin.
ben ve arkadaşlarım,
sevmediğim polislerce götürülüyoruz. o kadar korkunç işkencelere ve şiddete
maruz kalıyoruz ki yine çığlık çığlığa ve dehşet içinde uyanıyorum.
aynı gün gezdiğim bir
galeride anti-nazi işler yapmış doğu almanyalı genç sanatçıların video'ları
veya sanat eserleriyle tüylerim diken diken oluyor. beni en çok boynundan
tavana asılmış, kocaman gelinlik giymiş manken etkiliyor. karanlık odada
gösterilen siyah beyaz video'yu sonlandıramıyorum bile.
bir ileri bir geri gidip, volta attığım hastane önündeki yirmibirinci dakikama giriyorum. sol elimle sıktığım telefonum, sağ elimle vurduğum kafam. ayaklarıma bakıyorum. insanlara bakamıyorum. ağlamak ve ağlamak istiyorum. yavrusunu kaybetmiş bir hayvan kadar, vahşi. neden gelmiyorsun? neden geliyorsun? dünyanın sonunda ikamet eden bu lanet olası yerde, manage edememiştik işte kavuşmayı. sen kaybolmuştun, ben ölüyordum. ve bunların hepsi benim suçumdu. dağın suçuydu.
bir ileri bir geri gidip, volta attığım hastane önündeki yirmibirinci dakikama giriyorum. sol elimle sıktığım telefonum, sağ elimle vurduğum kafam. ayaklarıma bakıyorum. insanlara bakamıyorum. ağlamak ve ağlamak istiyorum. yavrusunu kaybetmiş bir hayvan kadar, vahşi. neden gelmiyorsun? neden geliyorsun? dünyanın sonunda ikamet eden bu lanet olası yerde, manage edememiştik işte kavuşmayı. sen kaybolmuştun, ben ölüyordum. ve bunların hepsi benim suçumdu. dağın suçuydu.
yahudi soykırım
anıtı'nın orta yerindeyim. sana dokunamıyorum, uzansam dokunurum ama dokunsam
yanacakmışım kadar kızgın ve gergin duruyorsun. sen en sevdiğim filsin ama sana
ağırlık olmaktan nefret ediyorum. neden bugünü zevkle geçiremiyoruz? önce
yolculuk öncesi gerginlik, sonrası zaten bildiğin sokaklarda attığın bilmemkaç
milyonuncu adım. yapma bunu, dur nolur, yapma. önümde yürüyorsun, o yer yer
boyumuzu aşan anıtların arasında yürüyoruz. birden başka bir yöne dönüyorum.
senin peşinden gitmekten bıktım. elimi tutup, bir çocuk gibi beni gezdirmenden,
sana yük olmaktan bıktım. her yerde boyumu aşan ve gökyüzüne doğru yükselen o
gri duvarlar. gidiyorum, bir noktada duruyor ve yere oturuyorum. ağlamak ve
ağlamak istiyorum. orada yok olmak, bir anlığına, bunu istiyorum.
beni buluyorsun.
tüm o korkunç rüyalara, uzaklıklara ve araya giren dağlara inat, beni buluyorsun.
iyi ki elimi tutuyorsun.