(…) birden en sevmediği kadın türlerinden birisine dönüşmüştü. ya da elinde olmayan bir şekilde üzerine bir güzellik çökmüştü. oysa en sağlıklısı, yalnız kalması ve kendine vakit ayırması olacakken, inanılmaz bir hızla erkekleri etkiliyordu. tüm o erkeklerin arasında kalıp, bir yandan hangisini seçeceğini bilemez iken bir yandan da ilgisini kaybediyordu. açıkçası dünyanın en anlamsız hareketlerinden birisini yapıyordu.
mesela matthew.. dinleyen bir erkekti ama ne kadarını duyuyor bilinmezdi. en azından çabalıyor ve yanında olmak istiyordu. kararlıydı ve bu kararlılığı ilk anda insanı soğutan bir şeyken, biraz zamana tabi tutulunca akıp gitmeyi sağlıyordu. sanki kararlılığıyla beraber o da büyüyor, devleşiyordu. öteki zamanlarda hangi ebatlarda olduğuna değinmeyeceğim. denedi, gerçekten başka erkeklerle eğlenmeye, gülmeye çalıştı. ama yapamadı. tamam matthew ileyken de her an gülmüyordu. ama çok garip bir şekilde, çok farklı arkadaşlarının ağzından “matthew” ismi çıkıyordu. bir şey 40 defa söylenirse olurmuş ya, matthew ve onun beraber olma ihtimalini 23 defa söylemişlerdir. ama o kadar üşeniyordu ki.. ve eğer üşeniyorsa, bir şeyler yeterli seviyede değildi. bu yüzden duruyordu. tüm kararsızlıklarının ortasında duruyordu. durmalıydı. matthew, kararlı ve etrafı da eminliklerle dolu iken, bunu ona yapamazdı. matt, ne istediğini bilirken ve o ne istediğini bile bilmezken, adım atamazdı. işte bu, en büyük haksızlıktı. (…)
No comments:
Post a Comment