bahçe, ne kadar dolu ve büyüktün. gözlerim meyvelerini arardı, sonra koşardım, zıplardım, yağan yağmura aldanmaz ama koşardım, düşerdim, üstüm kirli, ellerim boş, sen ne kadar eski bir anımsın bahçe.
insan olmak çok yorucu.
hayat denilen akıntıda hep bir mayi hali, hayat denilen yolda hep bir yürüme hali..
keşke bir mekan olsaydım, tıpkı senin gibi bir bahçe. gözlerimden, ellerimden binlerce hikaye geçerdi. insanlardan daha şanslı olurdum. "an"ı kaybettiklerinin farkına varamayan insanlara bilgece bir gülümsemeyle bakardım ve derdim ki:
- it's already passed.
burada aşık oldum, terk edildim, yoruldum, gülgüm, ders çalıştım, dert anlattım, dert dinledim, sır sakladım, kitap okudum, sigara içtim, küfür ettim, bekledim, uzandım, göğe baktım, düşündüm ama anlamlandıramadım.
ben, burada, büyüdüm.
dört sene.
ben, seni yendim.
sen, her şeyi izledin.
21.6.13
8.6.13
kill your tv.
haftalar once tv'de henuz izlemedigim bir mad men bolumune denk gelmistim. sezon 6 sanirim. 3-4 ciftten olusan bir aksam oturmasinda insanlarin muhabbetlerini goruyorduk, tamam kabul bir noktadan sonra lsd deneyip bambaska kafalara geciyorlardi ama bundan onceki saatlerde muhabbet vardi sadece.
arkadaslarimla biraraya geldigimizde bir evin sessizliginde ne kadar az vakit gecirdigimizi fark ediyorum. klasik bulusma bir cafe ya da barda oluyor. alkol suslemesine bir laf yok ama peki arka fondaki inanilmaz muzikal veya diger insanlarin sohbetlerinden kaynaklanan gurultu?
uzun suredir beraber olan ciftleri dusunuyorum. hic oyle bir deneyimim olmadigi icin bilememekteyim ama insan ne yapar? konusacak her sey bittiginde? gerci konusmuyor artik insanlar. televizyonu acip, karsisinda oturup kalmak daha dogru geliyor olsa gerek. bu ama insani cok pasifize ediyor, insan hicbir sey yapmiyor. konusmuyorsun. niye susuyorsun. yoksa aslinda beraberken televizyon, bilgisayar, ps veya baska arkadaslara bu kadar bagli olan ciftler, basbasalarken cok mu mutsuzlar? ve aslinda birbirlerine uygun degiller?
istiyorum ki bazen a. ile otururken, su elektrik kesilse, su aletler calismasa, birbirimize kalsak, konussak. konusmayi ozluyorum. insanlarin eskiden ellerinde bir tek bu varmis, konusmak, ve sadece konusarak gecen saatlerini kiskaniyor ve ozluyorum. insanlarin. eskiden.
arkadaslarimla biraraya geldigimizde bir evin sessizliginde ne kadar az vakit gecirdigimizi fark ediyorum. klasik bulusma bir cafe ya da barda oluyor. alkol suslemesine bir laf yok ama peki arka fondaki inanilmaz muzikal veya diger insanlarin sohbetlerinden kaynaklanan gurultu?
uzun suredir beraber olan ciftleri dusunuyorum. hic oyle bir deneyimim olmadigi icin bilememekteyim ama insan ne yapar? konusacak her sey bittiginde? gerci konusmuyor artik insanlar. televizyonu acip, karsisinda oturup kalmak daha dogru geliyor olsa gerek. bu ama insani cok pasifize ediyor, insan hicbir sey yapmiyor. konusmuyorsun. niye susuyorsun. yoksa aslinda beraberken televizyon, bilgisayar, ps veya baska arkadaslara bu kadar bagli olan ciftler, basbasalarken cok mu mutsuzlar? ve aslinda birbirlerine uygun degiller?
istiyorum ki bazen a. ile otururken, su elektrik kesilse, su aletler calismasa, birbirimize kalsak, konussak. konusmayi ozluyorum. insanlarin eskiden ellerinde bir tek bu varmis, konusmak, ve sadece konusarak gecen saatlerini kiskaniyor ve ozluyorum. insanlarin. eskiden.
5.6.13
bir.
bunca ayda çok şey yüklendim. annemi karşıma aldım. babama dert anlattım. kardeşimi ağlattım. ben kahroldum. bunca ayda çok fikir değiştirdim. sınavlarımı birer birer verirken, yine de yurtdışında eğitime gideyim dedim, kalayım dedim, kalırsam yapamam dedim, o zaman gitmeli dedim. doktor olmaktan vazgeçtim, antropoloji doktorası yapmak istedim, benden birkaç yaş büyük meslektaşlarımın çektikleri çilelere baktım ve kaçmak istedim, zor geldi, kendime zaten şu hayatta en haşin davranan bendeniz olduğum için de kaçmak yanıtmış gibi geldi. türkiye'den, bu ülkenin işleyişinden, ailemden, akrabalardan, insanlardan, kanunlardan ve kurallardan kaçmak istedim.
gidersek, seninle daha güzel bir hayat kurabiliriz ve ben de ancak tam o hayatın ortasında bir çocuk yetiştirmek isterim gönlüm rahatça, diye düşündüm.
henüz bir yere kaçmadım. hala almanca öğrenmek adına tek bir adım atmıyorum. gitmenin tek yol olmadığını gördüm, önümdeki zorlukları kabullendim. en azından mesleki anlamda. ama hala insanları alıp ne yapacağımı bilemiyorum.
tek bildiğim;
zaman geçiyor. ben, bir sene önceki ben değilim. sen de..
seninle beraber bütünleşiyor ve büyüyorum.
en güzeli ise büyütüyorum.
elimde korkuyla "sevme sanatı"nı tutup, "sınav öncesinde hızlıca okuyup öğrenmeye çalışırsın ya bilmediğin konuları, o hızla okumaya çalıştım bu kitabı seninle buluşmaya gelirken. ama "biz"i ne yapacağımı yine de bilemedim. sen oku, belki sen bilirsin" diye uzatıp kitabı sana, birkaç ay sonra senin bana tekrardan leipzig'de geri vermenin üzerinden çok zamanlar geçti. çok ben eskidi. çok ben doğurdum kendimden. tüm bu zamanda..
bak sana bir sır vereyim: benim bunca kitap okuma, film izleme merakımın ardında kendimi aramak var. kendi benliğimi ve özümü değil, kendi sonumu. okuduğum her ölüm, ayrılık, mutluluk hikayesinde, durup kendimi o cümlenin ortasına koymamın tek bir sebebi var elbet: hazırlıksız yakalanmak istemiyorum.
şartlara, olacaklara, kötü ihtimallere, kısacası hayata.
ama ben sana hazırlıksız yakalandım. hiç beklemezken. birden, aniden, tam da her şeyi yoluna koymuşuz ve sınırlarımızı belli etmişiz gibiyken.. seni buldum.
bak artık kitap okumaz oldum diye sızlanıyorum ya aslında, varsın olsun, ne de olsa aradığım bir cevap yok.
çünkü ben seni buldum.
sende seni buldum.
sende kendimi buldum.
sende çocukluğumu buldum.
sende çocuklarımı buldum.
sende huzuru buldum.
yıllar önce, sene 2009, ellerinin evim olmasını isterim yazmıştım.
ellerin, ellerin idi. benim değil.
oysa şimdi tam da durup uykuya daldığım yer, ellerin.
ellerin, ellerimde.
iyi ki varsın.
gidersek, seninle daha güzel bir hayat kurabiliriz ve ben de ancak tam o hayatın ortasında bir çocuk yetiştirmek isterim gönlüm rahatça, diye düşündüm.
henüz bir yere kaçmadım. hala almanca öğrenmek adına tek bir adım atmıyorum. gitmenin tek yol olmadığını gördüm, önümdeki zorlukları kabullendim. en azından mesleki anlamda. ama hala insanları alıp ne yapacağımı bilemiyorum.
tek bildiğim;
zaman geçiyor. ben, bir sene önceki ben değilim. sen de..
seninle beraber bütünleşiyor ve büyüyorum.
en güzeli ise büyütüyorum.
elimde korkuyla "sevme sanatı"nı tutup, "sınav öncesinde hızlıca okuyup öğrenmeye çalışırsın ya bilmediğin konuları, o hızla okumaya çalıştım bu kitabı seninle buluşmaya gelirken. ama "biz"i ne yapacağımı yine de bilemedim. sen oku, belki sen bilirsin" diye uzatıp kitabı sana, birkaç ay sonra senin bana tekrardan leipzig'de geri vermenin üzerinden çok zamanlar geçti. çok ben eskidi. çok ben doğurdum kendimden. tüm bu zamanda..
bak sana bir sır vereyim: benim bunca kitap okuma, film izleme merakımın ardında kendimi aramak var. kendi benliğimi ve özümü değil, kendi sonumu. okuduğum her ölüm, ayrılık, mutluluk hikayesinde, durup kendimi o cümlenin ortasına koymamın tek bir sebebi var elbet: hazırlıksız yakalanmak istemiyorum.
şartlara, olacaklara, kötü ihtimallere, kısacası hayata.
ama ben sana hazırlıksız yakalandım. hiç beklemezken. birden, aniden, tam da her şeyi yoluna koymuşuz ve sınırlarımızı belli etmişiz gibiyken.. seni buldum.
bak artık kitap okumaz oldum diye sızlanıyorum ya aslında, varsın olsun, ne de olsa aradığım bir cevap yok.
çünkü ben seni buldum.
sende seni buldum.
sende kendimi buldum.
sende çocukluğumu buldum.
sende çocuklarımı buldum.
sende huzuru buldum.
yıllar önce, sene 2009, ellerinin evim olmasını isterim yazmıştım.
ellerin, ellerin idi. benim değil.
oysa şimdi tam da durup uykuya daldığım yer, ellerin.
ellerin, ellerimde.
iyi ki varsın.
Subscribe to:
Comments (Atom)