14.5.13
a.
I lay on my pillow at the hotel.
Delicious and destroyed.
Inhaling the fragrance of the sheets.
Feeling the warmth of where you were just laying.
You make me new with laughter.
You make me old with wisdom.
You make wine taste sweeter.
11.5.13
and they seemed bored as hell.
bugün pek çok kıdem ve yaştaki doktorların arasındayken, yine aşırı hassasiyetimin gereğini yaptım ve başkaları adına utandım!
bu, şehirle mi alakalı yoksa aslında mantalite ta genlerimize mi işlemiş, tam karar veremiyorum. ama asabımı bozduğu aşikar. onca yıl tıp fakültesini niye okuduklarını bilmeyen bir avuç insan, karşımda durmuş ahkam kesiyorlardı. ve ahkam kesebilme hakları da yaşlarından geliyordu. işin fenası bu. işin fenası, kafa kağıdına inanmak. psikiyatrinin ne kadar saçma olduğundan mı bahsetmediler, iyi para kazanmak istiyorsam dermatolog olmam gerektiğini mi anlatmadılar, sen bu sene tatile çık ama sonraki 2 sene hayatı unut tus'a çalış mı demediler, tabi ki devlet memuru olmak gerektiğini mi söylemediler ve dahası. komik olan şu ki aslında masada oturan hiçbir doktor mutlu değil. ama sırf benden yaşça büyük oldukları için, bana ne yapmam gerektiğini söyleme hakları varmış gibi davranıyorlar. gel de sabrını taşırmadan dinle!
işin kötüsü, eve dönerken arabada masadaki doktorlar hakkında "ne kadar sığ ve mutsuz insanlardı" dediğimde, beni doğurmuş olan annemin bu zihni-ete dair zerre rahatsızlık duymamış veya herhangi bir kötü nokta gözüne çarpmamış olmasıydı. kendime hakaret gibi algılıyorum, böyle algısı kapalı ebeveynlere sahip olunca. yine başkaları adına utanıyorum.
doktor olmak hakkında son zamanlarda sık sık düşünüyorum ve aslında doktor olmak istemediğimi fark ediyorum. veya şöyle düzeltmeli: türkiye şartlarında doktor olmak istemediğimi.. hal böyleyken, 2 sene sonra okul bittikten sonra unexpected bir şekilde bir klinik psikoloji veya antropoloji doktorasına girmiş bir şekilde kendimi bulabilirim. veya delirmeyi göze alarak, türkiye'de psikiyatri uzmanı olmak için kıçımı yırtabilirim. ama en mantıklı olasılıkta, doktorluk yapmak istiyorsam almanya'ya gitmem gerekebilir. bu, gözümü hiç korkutmuyor. asıl bu ülkeye dair olan bitenler, midemi bulandırıyor.
attığım her adım, devletin her basamağı unprofessional'lıktan geçilmiyor ve buna katlanamıyorum. buna katlanamıyorum çünkü doktor demek devlet demek, devlete bağ(ım)lı olmak demek. kaçsan da peşinden devlet baba'nın gelmesi demek. devlete olan borcunu ödemeden, sana asla doktorluk diplomanı vermemesi demek.
adana sevilebilir bir yer. adli tıp'ta kendime mentor olarak seçtiğim dr. d. ile onun odasında konuşurken, adana uçsuz bucaksız ve inanılmaz huzurlu bir yer gibi geliyor. staj çıkışı uğradığım kitapçıda arcade fire-ready to start çaldığını duyunca, havada esen rüzgar henüz cildime yapışacak kadar sıcak bir hale geçmemişken, durup burda yaşayabileceğimi düşünüyorum. sonra bir kelimemi bile anlatamadığım/anlamayan, algısı kapalı/kıt insan topluluğuyla karşı karşıya kaldığımda, insanlıktan ümidimi kesiyorum. ve kaçmak istiyorum.
bahsettiğim bu gibi insanlar, iyi okullarda okuduğun için seninle gurur duyarlar. ama iş, paçayı bu ülkeden kurtarmaya geldiğinde, kimse seni desteklemez. kendini geliştirmeni ve yükselmeni isterler. ama bunu bilimsel yönü olmayan şu ülkenin saçmasapan tıp sisteminde yapmanı isterler. mutlu ve huzurlu bir evliliğin olsun isterler. ama her kararını burnundan getirirler. onlardan daha ileride ve iyi olmanı isterler. ama seni tam vicdanından yakalarlar ki hiçbir yere gidemeyesin diye.
işte böyle anlarda, her şeyi yakmak ve gitmek istiyorum.
yok olmak ve bilinmemek.
artık uyanmak.
çünkü o sırça fanusu tariflemiş güzel kadının dediği gibi, sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkanıp kalmış bir insan için dünyanın kendisi kötü bir düştür.
bu, şehirle mi alakalı yoksa aslında mantalite ta genlerimize mi işlemiş, tam karar veremiyorum. ama asabımı bozduğu aşikar. onca yıl tıp fakültesini niye okuduklarını bilmeyen bir avuç insan, karşımda durmuş ahkam kesiyorlardı. ve ahkam kesebilme hakları da yaşlarından geliyordu. işin fenası bu. işin fenası, kafa kağıdına inanmak. psikiyatrinin ne kadar saçma olduğundan mı bahsetmediler, iyi para kazanmak istiyorsam dermatolog olmam gerektiğini mi anlatmadılar, sen bu sene tatile çık ama sonraki 2 sene hayatı unut tus'a çalış mı demediler, tabi ki devlet memuru olmak gerektiğini mi söylemediler ve dahası. komik olan şu ki aslında masada oturan hiçbir doktor mutlu değil. ama sırf benden yaşça büyük oldukları için, bana ne yapmam gerektiğini söyleme hakları varmış gibi davranıyorlar. gel de sabrını taşırmadan dinle!
işin kötüsü, eve dönerken arabada masadaki doktorlar hakkında "ne kadar sığ ve mutsuz insanlardı" dediğimde, beni doğurmuş olan annemin bu zihni-ete dair zerre rahatsızlık duymamış veya herhangi bir kötü nokta gözüne çarpmamış olmasıydı. kendime hakaret gibi algılıyorum, böyle algısı kapalı ebeveynlere sahip olunca. yine başkaları adına utanıyorum.
doktor olmak hakkında son zamanlarda sık sık düşünüyorum ve aslında doktor olmak istemediğimi fark ediyorum. veya şöyle düzeltmeli: türkiye şartlarında doktor olmak istemediğimi.. hal böyleyken, 2 sene sonra okul bittikten sonra unexpected bir şekilde bir klinik psikoloji veya antropoloji doktorasına girmiş bir şekilde kendimi bulabilirim. veya delirmeyi göze alarak, türkiye'de psikiyatri uzmanı olmak için kıçımı yırtabilirim. ama en mantıklı olasılıkta, doktorluk yapmak istiyorsam almanya'ya gitmem gerekebilir. bu, gözümü hiç korkutmuyor. asıl bu ülkeye dair olan bitenler, midemi bulandırıyor.
attığım her adım, devletin her basamağı unprofessional'lıktan geçilmiyor ve buna katlanamıyorum. buna katlanamıyorum çünkü doktor demek devlet demek, devlete bağ(ım)lı olmak demek. kaçsan da peşinden devlet baba'nın gelmesi demek. devlete olan borcunu ödemeden, sana asla doktorluk diplomanı vermemesi demek.
adana sevilebilir bir yer. adli tıp'ta kendime mentor olarak seçtiğim dr. d. ile onun odasında konuşurken, adana uçsuz bucaksız ve inanılmaz huzurlu bir yer gibi geliyor. staj çıkışı uğradığım kitapçıda arcade fire-ready to start çaldığını duyunca, havada esen rüzgar henüz cildime yapışacak kadar sıcak bir hale geçmemişken, durup burda yaşayabileceğimi düşünüyorum. sonra bir kelimemi bile anlatamadığım/anlamayan, algısı kapalı/kıt insan topluluğuyla karşı karşıya kaldığımda, insanlıktan ümidimi kesiyorum. ve kaçmak istiyorum.
bahsettiğim bu gibi insanlar, iyi okullarda okuduğun için seninle gurur duyarlar. ama iş, paçayı bu ülkeden kurtarmaya geldiğinde, kimse seni desteklemez. kendini geliştirmeni ve yükselmeni isterler. ama bunu bilimsel yönü olmayan şu ülkenin saçmasapan tıp sisteminde yapmanı isterler. mutlu ve huzurlu bir evliliğin olsun isterler. ama her kararını burnundan getirirler. onlardan daha ileride ve iyi olmanı isterler. ama seni tam vicdanından yakalarlar ki hiçbir yere gidemeyesin diye.
işte böyle anlarda, her şeyi yakmak ve gitmek istiyorum.
yok olmak ve bilinmemek.
artık uyanmak.
çünkü o sırça fanusu tariflemiş güzel kadının dediği gibi, sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkanıp kalmış bir insan için dünyanın kendisi kötü bir düştür.
Subscribe to:
Comments (Atom)